Golden Ring Oteli’nin önünde yeşil ışığı
beklerken, bu denli trafiğe rağmen sakin kalmayı başaran ve hiç korna çalmayan
sürücüleri düşünüyorum bir an. Sonra da Meydan’a kim bilir kaçıncı kez yürüyor
olduğumu. Her seferinde çekiyor Kızıl Meydan. Ustaca tasarlanmış, ana unsurları hünerle birleştirilmiş ve bir hikayesi olan hemen her yapıtın bir ruhu var galiba. Eksik olan eğreti duruyor çünkü.
Meydanlar ve nehirler ne çok şey katıyor şehirlere.
Şehirlere ne çok yakışıyor meydanlar. Arka planda, tarihin güçlü bir fon müziği
gibi yer aldığı, hikâyesi, gizemi olan, yanı başından nehir geçen bir meydandan
söz ediyorsak bu tam anlamıyla böyle.
Alelade bir pazar yeriyken önünde bir sarayın
boy verdiği, taç giyme törenlerine sahne olan, idam sehpaları kurulan, görkemli
törenlerin, zafer geçitlerinin mekânı, göz kamaştırıcı bir katedralin bütün
Rusya’nın sembolü haline geldiği bir meydandan söz ediyorsak, bu gerçekten de
böyle.
İçli bir keman ezgisi eşliğinde ilerliyorum
alt geçitte. Dışişlerinin önünde, otobüslerden arı gibi boşalan, dakikada kaç
fotoğraf çektiklerini sayamayacağım uzak doğulu turistlerin arasından dikkatle
yürüyorum.
Eski Arbat’ın girişindeyim. Oradan yürüyeceğim
Meydan’a. Yürümek iyi geliyor. Sokaklarda, meydanlarda olmak da.
Sokak iyidir. Meydan iyidir. Dosttur. Anlar.
Kol kanat gerip, bağrına basar herkesi. Yersizi, yurtsuzu, uykusuzu, avareyi,
gezgini, işine gideni, eğlence arayanı, kimi neye göre, nereye, hangi başlığa
koyuyorlarsa işte. Ki yoktur bir önemi bunların. Ayırım yapmaz, kabul eder
meydan. Anıların, arzuların, hayallerin, hayal kırıklıklarının sınırlarında,
içimizde yankılanan belli belirsiz müziğin eşliğinde ağırlar bizi.
Kızıl Meydan adının nereden geldiğini öğrendiğinizde
tatlı bir heyecan duyuyorsunuz. Çünkü tamda olması gereken bir nedenden
doğuyor. Bu adı gerçekten hak ettiğini anlıyorsunuz o zaman. Ne komünizmle
ilgili, ne Kremlinin tuğlarıyla ne de yangınların yakıcı kızıllığıyla. Rusça’da
kırmızı ve güzel kelimelerinin benzer olmasından kaynaklanıyor bu. Yani güzel
meydan manasına geliyor Kızıl Meydan. (Кrasnaya ploşad)
Bu yüzden, fırsat olunca giderim oraya. Gündüz
de giderim, gece de, yağmur yağarken de kar yağarken de. Ama en çok gece, kar
yağarken severim. Işıklar içinde kendi girdaplarına sürüklenen kar tanelerinin
izini sürerim o zaman.
Saint Basil Katedrali’nin kubbelerine,
Kremlinin duvarlarına, GUM’un pencerelerine, Lenin’in Mozolesine, Tarih
Müzesinin çatısına ve Meydan’ın o kara, güçlü parke taşlarına dokunan kar
tanelerini izlerim. Bütün bu mekânlardan oluşur Kızıl Meydan işte. Ama yine de
bunların toplamından daha büyüktür. Bütündür ve ruh da bütünlüktedir zaten.
Eksik olan ruhsuzdur. Kızıl Meydan’ın ruhu vardır bu yüzden.
Gökyüzüne bakarım oradayken, gizemli
bulutlara. Bulutların içinde ya da gökyüzünde bir yerlerde çok şey, çok ses
gizlidir belki de. Bir zamanlar, pazar yeriyken, tezgâhları başındakilerin
bağırışlarını, Çarların taç giyme törenlerine katılan tebaanın heyecanlı
kıpırdanışını, idam sehpalarında can verenlerin iniltisini, onları izleyen
kalabalığın uğultusunu, at arabalarının tekerlerinin, zafer geçitlerindeki tank
paletlerinin seslerini duyabilirsiniz belki. Gökyüzündedir bütün bunlar, bir
yerlerde saklanmışlardır belki.
Rusların fazla elektrik tükettiği söyleniyor.
Işıklı caddeleri, özenle aydınlatılmış binaları düşününce bir sorun görünmüyor
bunda. Aydınlatacak güzel şeyleriniz olduktan sonra.
Ve o ışıl ışıl, aydınlık Kızıl Meydan’da kar
yağarken gece, Nazım’ı da düşünürüm. “Yağdı bütün gece yağdı kar, yıldızlarla
aydınlanarak, bir şehir, bir sokak bir ev var, ahşap bir ev, uzak mı uzak”, diye başlayan “Yılbaşı” adlı şiiri gelir aklıma. Kim bilir kaç
kez geldi buralara. Kaç kez gelip kendi şehirlerini düşündü, kim bilir.
Eski Arbat’ın ortalarındayım artık. Yüzlerce
yağlı boya tabloyu, tezgâhlara yayılmış eski, yeni ama ucuz kitapları, sağlı
sollu hediyelik eşya mağazalarını, raflarındaki matruşkaları, sanatını icra
eden müzisyenleri, coşku ile şiir okuyan gençleri ve bütün bunlara kıymet veren
sakin kalabalığı görebilirsiniz yürürken.
Eski Arbat caddesinin sonuna geldiğinizde sola
doğru tam dönüş yaparsanız, bu defa Yeni Arbat karşılar sizi. Canlı yayın yapan
Arbat radyosu cadde boyunca eşlik eder. Ama bu defa Eski Arbat’dan sola doğru
dönmeyip alt geçitten geçip Vozdvizhenka caddesi boyunca yürüyeceğiz.
Bir süre sonra Lenin Kütüphanesi çıkacaktır
karşınıza. Kütüphaneye ve önündeki büyük ve güzel Lenin heykeline vardığınızda
artık çok yaklaşmışsınızdır Kızıl Meydan’a. Manezhnaya caddesine çıkıp Manezh
binasını sağınıza alıp yürürseniz Meydan’ın giriş kapısına varırsınız çok
geçmeden.
Meydan oradadır işte! Gözünüzün önünde. Bütün
ihtişamıyla ve gizemiyle sizi beklemektedir artık.
Kuzeyde tarih müzesi durur, güney tarafında
Saint Basil ve Kremlin yer alır. Doğu tarafında Devlet Satış Mağazaları (GUM)
alış veriş merkezi ve Kazan Katedrali bulunur. Bütün bu mekânların tarihinden
de kısaca söz etmenin vakti geldi sanırım.
Orijinal Kremlin 1156 yılında Moskova nehrinin
kuzeyine inşa edilmiş ahşap bir yapıymış. 1400’lü yıllarda prens III. Ivan
tarafından suçluların ve hırsızların uğrak mekânı olan ve fakir halkın yaşadığı
bölgenin boşaltılması istenmiş. Büyük Ivan ise bir İtalyan mimar getirterek
Kremlinin taş duvarlı olarak yeniden inşasını sağlamış.
Saint Basil, 1555 - 1561 yılları arasında Kazan ve Astrahan hanlıklarına karşı kazanılan zaferleri
kutlamak amacıyla Korkunç İvan
tarafından yaptırılmış. Sekiz kubbenin, sekiz ayrı zaferi simgelediği söylenir.
Geleneksel renkler olan beyaz, kırmızı ve altın rengine, daha sonra mavi ve
yeşil renkler de eklenmiş.
1893 de tamamlanan bugünkü GUM binası ise
Avrupa’da en önemli alış veriş merkezlerden biriymiş. 1928 yılında Stalin
tarafından kapatılmış ve birinci beş yıllık kalkınma planının hazırlık
çalışmalarında görev alan yöneticilere tahsis edilmiş. 1953 de yeninden açılmış
ve Sovyetler döneminde önünde kuyruklar oluşan önemli mekânlardan biri haline
gelmiş.
1924’den itibaren Lenin’in mezarı da meydanın
bir parçası haline gelmiş.
Meydan ilk zamanlarda bir pazaryeri işlevi
görmüş, tören ve gösteri yeri olarak da kullanılmış. Rus Çarlarının taç giyme
törenlerine ev sahipliği yapmış. Bugüne kadar aşağı yukarı bütün Rus
hükümetleri tarafından resmi tören yeri olarak kullanılmış.
Sovyetler zamanında önemini korumuş hatta daha
da artırmış. Resmi törenlerin ve askeri geçitlerin merkezi olmuş. Sovyetlerin
gücünün ve ihtişamının sergilendiği en önemli mekân olmuş. En görkemli askeri
törenin Nazilerin yenilmesi sonrası 1945 yılında yapılan tören olduğu
söylenebilir.
En ilginç olaylardan biri de 28 Mayıs 1987’de
bir Alman öğrencinin Cessna 172 model bir uçakla meydana inmesi olmuş.
Oradayken bütün bunları düşünebilirsiniz işte.
Emeği geçenleri, iz bırakanları: Mimarları, işçileri, Çarları, Korkunç İvanı,
Lenin’i. Ve kim bilir kaç kez gelip geçmiş olan büyük yazarları. Tolstoy’u,
Dostoyevski’yi, Çehov’u, Gogol’u, Bulgakov’u ve daha nicelerini. Ve Nazım’ı
elbette.
Bugün bir kış günü değil. Gece de değil.
Rüzgârlı bir sonbahar günü. Sararmış yapraklar sürükleniyor Meydan’da. GUM’a
gireceğim şimdi. Bir kahve içip dinleneceğim biraz. Belki siz de
oralardasınızdır kim bilir.
Yorumlar
Yorum Gönder