Ankara’da Tunalı Hilmi Caddesinde bir kafede mutluluk
teması meşgul ediyor zihnimi. Mehmet Hakkı Yazıcı’nın “Moskova’da mutlu olmak”
adlı yazısını okuduğumdan mı bilmiyorum. Belki de Moskova’dan sonra hayatımda
çok şeyin değişmiş olmasından. Bir şekilde herkesin yüzleştiği bir soru aslında:
Mutlu muyum? Mutluluğa giden bir yol var mı?
Sanırım çağımız insanı mukayese ile yaşayan
bir varlık; kendi durumunu başkalarıyla, kendini değişen zaman ve durumlar içindeki
halleriyle ve en önemlisi de beklentileriyle.
Moskova’da arkadaşımla sıklıkla gittiğimiz o
restoranı hatırlıyorum bir an. Ne hikmetse her gidişimizde kendimizi mutluluk
konusunu tartışıyorken buluyorduk. Neden kendimizden memnun olmuyoruz bazen,
hayatta nasıl bir yol izlemeli gibi sorular gündeme getiriyordu. Bir gün dedim
ki ona, mutlu olmak zorunda mıyız peki, yani bunu düşünmeden yaşasak olmaz mı?
Yine de konu üzerinde tartışmadan edemiyorduk.
Moskova’da konu hakkında yoğunlaşmamızın bir
nedeni olmalıydı. Belli bir süre Moskova’da olacaktık. Türkiye’deki hayatımızı
dondurmuştuk sanki. Böylece geriye dönüp baktığımız, değerlendirme
yapabileceğimiz bir imkan doğmuştu. Moskova ise yeni gerçekler, farklı bir
bakış açısı sunuyordu.
Farklı ülkelerin farklı imkanları ve bakış
açısı mutlulukta etken mi? Yoksa insan nerede olursa olsun, kendi yapısal
açmazları ya da sınırları mı daha önemli? İkisi de etken sanırım.
Soruları bir yana bırakıp not defterimi inceliyorum
Tunalı’daki kafede.
Mutluluk kavramı özgürlük kavramıyla da ilişkili
aslında. Özgürlük hissi mutluğunun nihai bir aşaması gibi. Yani kendini özgür
hisseden bir insanın mutluluğu yakalamış olması da olası. Mutluluk an’larla
alakalı daha çok, özgürlükse bir süreç.
Bir de kültürel ve bilinçaltı kodlar var. Özellikle
bireyler olarak bizi kendi kendimize hapseden, kendimizi en büyük engelimiz
haline getiren ve böylece mutsuzluğumuzun da kaynağı olabilen düşünme biçimleri
oluyor. Bugün şemsiye almadım ya yağmur yağar kesin, dolar aldım ya mutlaka
düşer, iyi bir şeyin benim başıma gelmesi imkansız zaten, dünyanın akıllısı sen
misin, sen mi kurtaracaksın, ne önde ol ne arkada, gibi yerleşik yapılarla beynin
çalışma esaslarını ülkeden ülkeye farklı kılan özellikler oluyor. Bunların
yaratıcılık, özgüven ve an’lardan keyif alma konularına güçlü etkisi olmalı.
Zimmel özgürlüğün her zaman bir şeyden
özgürleşme olduğunu ve baskının karşıtı olarak ele alınması gerektiğini
söylüyor. İnsanın kendi bilinçaltını da buna dahil etmek gerekiyor galiba. Hegel
ise diyor ki, nefsin kendi kendini onaylamasından başka bir şey değil özgürlük.
Mutluluk da biraz buna benziyor galiba. Yani
içinde bulunduğumuz herhangi bir durumu onaylıyorsak mutluyuz. Nerede, kiminle,
ne durumdaysak işte, bunu onaylıyorsak mutluyuz.
Pencereden insanları izliyorum bir süre. Düşünceli
yürüyenler de var, neşeli, sarmaş dolaş geçenler de. Çıplak ayaklı bir kız
çocuğu birinin arkasından koşuyor. Suriye’li olmalı. Aldığı bozuklukları
gülümseyerek tutuyor avucunda.
Tuhaf mutluluk halleri geliyor aklıma. Kendisi
olmak yerine güçlü ilişkilerine güvenen mutludur belki. Ya da kendisi olmak
yerine imkanlı birinin karısı veya kocası olmayı seçen de mutludur. Mutlu olmak
herkesin hakkı, ama mutlu olduğumuzu sandığımız her durumda mutlu muyuz, kendimizi
gerçekleştirmeden bunu yapabilir miyiz?
Galiba bir amacı olmalı insanın. Bu amaç da
insanlığın evrensel değerleri dikkate alındığında anlamlı bir yere düşmeli.
Böyle bir amaç uğrunda üretken birinin mutsuz olma ihtimali var mı bilmem. Ama zor
amaçlar belirleyip mutsuz olma ihtimali var.
Yine de Nobelli ekonomist, psikolog Kahneman’ın
dediği gibi mutluluk da aşk arayışı da irrasyonel. Reçetesi yok. Kişiden kişiye,
durumdan duruma farklılık gösteriyor. Yani iki kere boka kondu diye üçüncüsünde
ota konacağının garantisi yok.
İnsan kendisi olursa, kendini, gerçekliğini
keşfeder, üretken olur ve insanlığa katkı yaparsa mutlu olur muhtemelen. Ama
köyde ağacın altında bir saat uyuyup, sonra türkü söyleyerek tırpana yüklenen
de mutludur. Hem de daha mutlu belki.
Sonuçta günlük hayatta, eş dost sohbetinde,
edebi, felsefi metinlerde o kadar çok duruyoruz ki bu kavramın üzerinde. Belki
de Nietzsche’nin dediği gibi rahatta mutluluk yok. Ve bir özgürleşme gerekiyor
sanki. Önce kendimizden başlayarak.
Ama hayır, depresif görünen yukarıdaki
paragrafla bitmeyecek yazı. Goethe’nin dediği gibi, insan seçer, ayırt eder ve
yargılar. Bir mutluluk yolu olacaksa eğer, mutlu olduğumuz anları seçip
çoğaltmakla olabilir belki de.
Ankara’ya döndükten sonra Rusçamı unutmak
istemiyordum. Bu yüzden internette bulduğum Rusça videoları izliyordum sık sık.
Bunlardan biri ilginç bir şekilde yazının teması ile örtüşmüştü. St.
Petersburg’da insanlara onları neyin mutlu ettiği soruluyordu. En sık verilen
cevap aşktı.
Yorumlar
Yorum Gönder