Büyük yapıtları, yazıldıkları dönemin
özelliklerinden, yaratıcılarının hayatlarından ve bakış açılarından soyutlamak
olanaksız. Mihail Bulgakov’un baş yapıtı olan Usta ile Margarita adlı roman
buna en iyi örneklerden biri. Yazarın kendisinin de mağduru olduğu dönemin
kısıtlayıcı sanat ve edebiyat anlayışının yarattığı sonuçları kıyasıya eleştiren,
birkaç ana öykü ekseni üzerinde gelişen, bazı kavramsal konuları da içine alan
ve çarpıcı fantastik unsurlar içeren bu roman 20. yüzyılın en iyi yapıtlarından
biri olarak gösteriliyor.
Roman çok katmanlı. Ana eksende Moskova’da
geçen bir öykü ile İsa’nın çarmıha gerilme emrini veren vali Pontius Pilatus’u
içeren bir öykü yer alıyor. Fantastik öğeler ve dünyalar ile örülü kurguda
kavramsal bir tartışmaya da olanak doğuyor. İyi ve kötü, suç ve masumiyet,
cesaret ve korkaklık, yalan ve gerçek, özgür olmayan bir dünyada özgürlük
arayışı gibi kavramları da düşündürüyor yazar. Roman’ın ana kahramanları,
insanların değişip değişmediğini anlamak üzere “çalışma arkadaşlarıyla”
Moskova’ya inen şeytan ile onun karşısında akıl hastanesine düşmüş bir yazar
olan “Usta”dır.
Şeytanın ve arkadaşlarının işlevi nedir
romanda? Aralarında kara, büyük bir kedinin de olduğu şeytanın adamları ilginç ve mizahi bir boyut da getirmektedir. Her şeyi yapabilmenin, bilmenin ve olmadık yerde açığa çıkarmanın
şehveti içinde; edebiyat ve aydın çevrelerindeki yozlaşmayı ve ikiyüzlülüğü, bazı
insanların karanlık ve yalana kaymış dünyalarını, tüketme ve sahip olma
duygularındaki ölçüsüzlüğü biraz da gururla gözler önüne sermektedirler.
Usta ise edebiyat tutkusunun eleştirmenler tarafından örselenmesini, özgürlük arayışını ve aşkın iyileştirici,
değiştirici ve telafi edici gücünü yansıtmaktadır bir bakıma. Sevgilisi
Margarita onun son derece yetenekli bir yazar (Usta) olarak yaşadığı zorluklara
nefret derecesinde öfkelenmekte ve mutlulukları için mücadele etmektedir. Bu
mücadelenin en önemli bölümlerinden biri de Usta’nın yazdığı ve yaktığı Pontius
Pilatus’la ilgili romandır.
Gerçek öğeler ve fantastik unsurların iç içe
geçtiği roman, dildeki sadelik, kurgu, akıcılık, felsefi konular, derin bir mizahi
eleştiriyi içermesi açısından önemli bir kitap.
Roman bir şair ve edebiyatçı arkadaşının
İsa’nın yaşayıp yaşamadığını tartıştığı sahneyle başlıyor. Çok geçmeden olağanüstü
garip kişiler karışıyor ortama. Şeytan ve “çalışma arkadaşlarının” Moskova’yı
ziyarete geldiği anlaşılıyor. Tuhaf ve gerçekle bağdaşmayan, akıl almayan,
fantastik öğeler giriyor devreye. Olaylar, bir aşk öyküsüne dayanan Usta ile
Margarita’nın hikayesiyle gelişiyor. Ama
ilginç ve şaşırtıcı bir sona ilerliyor sevgililer.
Yazar kendi hayatında eleştirmenlerin katı
sansürüne maruz kaldığından romanda da bu açıdan yapılan sert mizahi eleştirileri
görüyoruz.
Mihail Bulgakov Kiev’de, 1891 yılında, yedi
çocuklu Rus bir ailede doğuyor. Tıp eğitimi almasına rağmen edebiyata merak
salıyor. Önemli bir oyun ve roman yazarı oluyor. 1919 yılında trenle yaptığı
bir gece yolculuğu sırasında ilk kısa öyküsünü yazıyor, ilk durakta bir
yayımcıya gönderip yayınlatıyor.
Yazarlığa böylece adım atan Bulgakov
önemli bir oyun ve roman yazarı olarak ortaya çıkmasına rağmen eleştirmenlerin engellerinden
kurtaramıyor kendini. 1921 yılında Moskova’ya yerleşiyor. Bir dönem yayın
yapması tamamen yasaklanıyor.
Stalin’e ve Sovyet hükümetine bir mektup
yazıyor ve ülkeden ayrılmasına izin verilmesini istiyor. Stalin onu doğrudan
arıyor ve gerçekten ayrılmak isteyip istemediğini soruyor. Konuşma sonrasında sanat
tiyatrosunda çalışmasına izin veriliyor.
Bulgakov’un 1932’de evlendiği Yelena
Shilovskaya adındaki üçüncü karısının Margarita karakterinin esin kaynağı
olduğu söylenmektedir.
Yazarın birçok eseri yıllarca çekmecelerde
kalıyor. Usta ile Margarita adlı romanı üzerinde uzun yıllar çalışıyor yazar. Hatta
ilk nüshasını yakıyor. Fakat gücüne inandığı eserini yeniden yazmaktan geri
durmuyor.
Yazar 1930 yılında yakın arkadaşlarını
toplar ve romanı okumaya başlar. Son cümleyi bitirdiğinde, hemen baskıya
vereceğim der. Bunun üzerine derin bir sessizlik ve ümitsizlik çöker ortama.
Roman yazarın ölümünden 26 yıl sonra karısı
tarafından yayımlanabiliyor ancak; sansüre uğramış şekilde. Bugünkü halinde
sansüre uğramış 80 sayfayı da içeriyor roman.
Romanı bitirdiğimde merakla okuduğum
italik(sansürlenmiş) bölümlerin şaşırtıcı bir yönünden de söz etmek istiyorum
son olarak. Sadece ağır eleştiri içeren bölümler olduklarını sanmama rağmen bunun
dışında unsurlar da yer alıyor italik bölümlerde. İtalik bölümlerin kimi yerlerinde
insanların zaaflarının ve açgözlülüğünün abartıyla anlatıldığı, kimi yerlerde ise
bazı kısaltmalara ihtiyaç duyulduğu anlaşılıyor. Okuyanların bu tür kaygıları
da olmuş görünüyor garip şekilde.
Ama hiçbir cümlesi sansürlenecek türde
değil başyapıtın. Her haliyle Rus ve dünya edebiyatının en önemli eserlerinden
biri.
Yazar 10 Mart 1940 yılında böbrek
hastalığı nedeniyle hayata veda ediyor. Mezarı birçok ünlü yazarın ve Nazım
Hikmet’in mezarının da bulunduğu Moskova’daki Novodeviçi’dedir.
Bulgakov’un da düşündüğü gibi müsveddeler
asla yanmaz, emek verilen ve değerli olan bir gün ortaya çıkar mutlaka.
Yorumlar
Yorum Gönder