Tolstoy’un dinmeyen arayışı

Savaş ve Barış ile Anna Karenina adlı kitaplar dünyada bugüne kadar yazılmış en iyi romanlar arasında gösteriliyor. Uluslararası listelerde öne çıkan diğer romanlar arasında Herman Melville’in Mobidik’i, Cervantes’in Don Kişot’u, Marcel Proust’un Kayıp Zamanın İzinde’si, James Joyce’un Ulysses’i, Homeros’un İlyada ve Odesa’sı ve Fitzgerald’ın Muhteşem Gastsby’si gibi kitaplar bulunuyor. Listeyi uzatmak mümkün elbette.

Yani Tolstoy böylesine güçlü ve önemli bir yazar. Bir insan olarak ise dünya sorunlarına kafa yormuş, ömrü boyunca hayatı sorgulamış ve arayış içinde olmuş yüce ruhlu biri. İnsanın kendini ve hayatı sorgulaması, eksiklik ve zaaflarını kavraması, arayışı, diğer insanların sorunlarına duyarlı olması, neyin ne kadar esiri olduğuna, neye ne kadar gücü yettiğine ve değiştirilebileceğine kafa yorması kolay görünen ama az rastlanan bir şey.


Tolstoy hayatta “ne istediğimi biliyorum” diyen biri değildi. Ne istemediğini tecrübe ederek ilerledi. Diplomat olmak istemişti. Kazan Üniversitesinde doğu dilleri öğrenmek istedi ama arayışının bu olmadığını kavradı. Bilahare hukuk fakültesine kaydoldu. Burayı da yarım bırakıp sonunda Yasnaya Polyana’daki çiftliklerine döndü.

Kendi kendini eğitmeye karar verdi ve ölümüne kadar da bunu sürdürdü. Çiftliğinde bir yandan yazıyor, kendi topraklarını yönetiyor ve işçilerin koşullarını iyileştirmeye çalışıyordu.

Gençlik yıllarında eğlence, çapkınlık, gece hayatı, hiç birinden geri durmamıştı. Hatta itiraflarında bazı başka konuları da pişmanlıkla dile getirmişti. Ama hayatında yazmak hep vardı. Bundan hiç vazgeçmedi. Ömrü boyunca günlük tuttu.

Soylu bir ailede doğan, büyük topraklara sahip Tolstoy(1828-1910) Rusya tarihinin en zor zamanlarında yaşamıştı bir bakıma. Bu dönemde savaşlar, fakirlik ve değişim dinamikleri en önemli etkenlerdi. Serflik düzeni, topraksız köylüler, geniş kitlelerin eğitimsizliği gibi sorunlar Tolstoy’un üzerinde düşündüğü konulardı.

Bir ara abisinin yanına cepheye bile gitmişti. 1857’de batı Avrupa ülkelerine seyahat etti. Bu dönemde eğitim konusu üzerinde daha fazla düşündü ve toplumun eğitim sorunlarının nasıl giderilebileceği üzerinde kafa yordu.

Yazar evlendikten sonra uzun süre iyi hissetmişti. Aile kavramı içinde başkalarının sorumluluğunu almak mutlu etmişti onu. Romanlarıyla büyük bir üne kavuşmuştu. Önde gelen yazar ve sanatçılarla vakit geçiren, evinde yemekler veren, düşüncelerine büyük saygı duyulan biriydi. Gerek yönetim konularında ve gerekse bütün insanlığı ilgilendiren evrensel sorunlar ve din gibi kavramlar üzerinde sıkça düşünür olmuştu. Bir ara Rus-Japon Savaşı nedeniyle Çar II. Nikolay’ı sert şekilde eleştirmişti. Bir Rus gazetesi olan Novaya Vremya’nın başyazarı şöyle yazmıştı: “Artık İki Çarımız var: II. Nikolay ve Lev Tolstoy. Halk ise onu seviyor ve destekliyordu.

Tolstoy sadeliğin ve basitliğin peşine düşmüştü. Fakir insanların arasında vakit geçiriyor, ayakkabı tamir ediyordu. Onların dünyasını, mücadelesini ve hayata bakış açısını kendisine daha yakın görüyordu. Tolstoy’un arayışı bir tür dinler üstülüktü aslında. Doğu ve Batı bilgeliğini birleştirmeyi amaçlıyordu bir bakıma. Bu konularda yıllarını harcamış ve bütün temel dini metinleri incelenmişti. İnsanlığın evrensel sorunlarına bir çözüm üretmeye çalışıyor, insanları aşırılıklardan, ayırımcılıktan, hırstan ve kötülüklerden uzak tutacak yeni bir ahlak yolu arıyordu. Yine de en çok ilgilendiği şey hayatın anlamına dair bir şey bulabilmekti.

Ama asıl ilginç olan sanatını reddetmesi oldu. “Tüm eserlerim önemsiz ve unutulacak şeyler, fakat yaptığım diğer çalışmalar tüm insanlığa hizmet ettiği için baki kalacaktır” demişti.

Tolstoy’un son yılları daha da ilginçleşmişti. 82 yaşındayken ailesiyle aralarında önemli anlaşmazlıklar baş göstermişti. İleri yaşına rağmen, Kasım 1910'da, ormanda bir kulübede yaşamak ve manevi konularda yoğunlaşmak üzere evi terk etmişti. Bu son tren yolculuğu sırasında 21 Kasım 1910'da Shamardin Manastırı yakınındaki bir köyde hayata veda etti büyük yazar.

Tolstoy hayatı boyunca ölümün acımasızlığını ve insana getirdiği çaresizlik duygusunu yaşamış bir insandı. Vakitsiz zamanlarda annesini, babasını, çok sevdiği çocuklarını kaybetmenin sarsıntılarını yaşamış, bunalımın ve anlamsızlığın sınırlarını görmüştü.

Genel olarak bakıldığında görkemli ama zor bir hayat yaşamıştı. Ruhundaki fırtınalar bundandı belki de. Bir insan olarak Tolstoy’un hayatı ve arayışı saygıyı hak ediyor her şekilde. Herkesin her yaptığı, her ileri sürdüğü doğru ve her zaman geçerli olacak diye bir şey de yok elbet. Tolstoy her ne kadar sanatının önemli olmadığını düşünmüş olsa da dünya ve Rus edebiyatına öyle büyük katkılar yaptı ki insanlar onu diğer çalışmalarına saygı duymakla birlikte daha çok Savaş ve Barış ve Anna Karenina ile hatırlayacak sanırım.

Son olarak bu yazıyı da Romain Rolland’ın çok sevdiğim Savaş ve Barış hakkındaki sözleriyle bitirmek istiyorum:

“Savaş ve Barış, çağımızın en büyük destanıdır, çağdaş bir İlyada’dır. Sayısız çehreler, tutkular kımıldar burada. Sayılmaz dalgaları bulunan bu insan okyanusu üzerinde, fırtınaları huzurla başlatıp durduran, güçlü bir ruhun varlığı sezilir.”


Yorumlar