Hemingway-Gellhorn Aşkı ve Buzdağı Teorisi

Ernest Hemingway, William Faulkner ve F. Scott Fitzgerald Amerikan edebiyatında 20. yüzyılın ilk yarısı açısından öne çıkan üç büyük isim.

Hemingway’ın Güneş de Doğar, Yaşlı Adam ve Deniz, Silahlara Veda adlı kitapları, Faulkner’ın Ses ve Öfke, Abşalom, Abşalom! adlı kitapları ve Fitzgerald’ın Muhteşem Gatsby adlı kitabı dünya edebiyatı açısından oldukça önemli yapıtlar.

Geçenlerde tesadüfen Hemingway ve Gellhorn adlı filme denk gelince yazarın hayatına biraz göz atmaya karar vermiş, öykü seminerlerinde anlatılan Hemingway’ın “Buzdağı Kuralı”nı hatırlamıştım.


Her seferinde şaşırtan şey hangi önemli yazarın hayatını araştırsam hep sıra dışı şeylerle karşılaşmam. Hemigway’de de öyle oldu. Macera, aksiyon, edebiyat, aşk dolu bir hayat, erkekliği ve cesareti ön plana alan bir yaklaşım, yalnızlık ve intihar.

Hemingway doktor bir baba ve sanata meraklı bir annenin ilk çocuğu. 1917’de liseyi bitirdiğinde başına buyruk olabileceği bir ortam özlemiyle üniversiteye gitmemiş. Kansas şehrine giderek bir gazetede muhabir olarak işe başlamış. Orduya katılmak istemiş ama gözündeki sorun nedeniyle başarılı olamamış. Fakat Kızılhaç örgütü için savaş bölgesine giderek ambülans şoförü olmuş. O dönemde aşık olduğu bir hemşirenin aşkına karşılık vermemesi hayli sarsmış onu. Amerika’ya döndükten bir süre sonra bir gazetenin dış haberler muhabiri olarak Paris’e taşınmış.

Ava, balıkçılığa ve maceraya büyük düşkünlüğü olan Hemingway yazmayı hayatının merkezine koymuş. Romanlar yanı sıra başarılı öyküler de yazmış. Yazılarında erkekliği ve cesareti öne çıkarmış genelde.

Özel hayatını da hızlı yaşayan Hemingway dört evlilik yapmış. Fakat yazının başında sözünü ettiğim filmi seyredince şu soruyu sormadan edemedim: Güzel ve başarılı bir savaş muhabiri-yazar olan Martha Gellhorn ile olan aşkları ve sonrasında başarısızlığa uğrayan evlilikleri onu büsbütün yalnızlığa ve intihara götüren bir neden miydi? Bu iki güçlü karakter aşk elinde ezilip acı mı çekmişti? Yoksa Hemingway’ın dediği gibi yazarlık zaten yalnızlığa götüren ya da yalnızlıkla beslenen bir süreç miydi?

Filme bakılırsa Gellhorn ile aşkı her ikisinin hayatları açısından da belirgin bir etki, belki de bir travma yaratmıştı. Ama okuduğum metinlerde bu boyutu görememiştim.

Hemingway ve Gellhorn Florida’da bir barda karşılaşıyor 1936 yılında. Gellhorn İspanya İç Savaşını izlemek üzere ülkeden ayrılınca o da peşinden gidiyor. Madrid’de yabancıların kaldığı bir otelde gelişiyor ilişki. Ne güzeldir bir aşkın başlaması, ona giden jestler, gülüşler…

İlişkilerinde mesleklerini iyi yapmaya çalışan iki güçlü insanın sorunlarına da denk geliyoruz aslında.

Hemingway sabahın altısında kalkıp ayakta daktilosunun tuşlarına hızlı hızlı basarken bir ara Gellhorn gelir ve ben yazamıyorum der: O da “Yazmak zor değil, tek yapman gereken daktilonun başına geçip kanaman” diye cevap verir. Bir ara da şöyle bir şey der Hemingway, “Yazmak pazar ayini gibidir, zamanında gitmezsen Tanrı çok kızar.”

Hemingway ve Gellhorn aşkı tutkulu bir şekilde gelişir ve evliliğe doğru gider. Tabi önceki karısı buna çok üzülür, “O senin ilham perin olamayacak, seni zavallı bir adam olarak bırakıp gidecek”, der.

Aslında bu iki güçlü kişilik için en önemli şey kendi meslekleri ve uğraşlarıydı belki de. İkisi de birbirinden fedakarlık bekliyordu. Gellhorn işi gereği tehlikeli bazı seyahatlere çıkmak istediğinde Hemingway çok kızıyor ve gittiğine üzülüyor oldukça. Hatta bir keresinde “Ey aşk, sen benim daktilomu zehirledin” der.

Hemingway başarılı yapıtlarıyla 1953’te Pulitzer, 1954 yılında ise Nobel edebiyat dölünü kazanıyor. Hemingway’in yazın tarihi açısından önem taşıyan bir kuralı da bulunuyor: Buzdağı Teorisi. Buna göre buzdağının yedide birinin yüzeyde olması gibi, öykü de yüzeydekini anlatır ama bir şekilde görünmeyeni de anlattığı ve sezdirdiği ölçüde başarılıdır. Belki de Cemil Hoca’nın dediği gibi bir evin kapısının kısa bir süreliğine aralanıp kapanmasıdır öykü.

Gellhorn’un bir sözü ilginç. Bir gazetecinin Hermingway’in ölümünden sonra onun kendisine borçlu olduğu yönünde bir sözünü hatırlatması üzerine şöyle der Gellhorn: “Hayır bir borç yok, kendimi bir başkasının hayatında dipnot olarak görmüyorum.”

Aslında aşk nefretten çok daha uzun ömürlü Hemingway’in dediği gibi. Ve belki de insan yaşamının görünmeyenlerini de gündeme getiren buz dağının görünen yüzü aşk.


Yorumlar